Ozon üç oksijen atomundan oluşan bir kimyasal bileşiktir (O3). Ozon, atmosferde genel olarak iki atomlu halde bulunan normal atmosferik oksijene (O2) nazaran çok daha yüksek enerji taşıyan bir yapıya sahiptir.
Ozon, atmosferin bir kaynağı ve oksijenin yüksek enerjili halidir. Gökyüzünün mavi renginin kaynağı olan ozonun dünyadaki yaşam için ne kadar önemli olduğu son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır.
Dünya için bu kadar önemli olan ozon, tıp dünyasında da günden güne çok daha önemli bir yer edinmektedir. Ozon tedavisiyle, enfeksiyon hastalıkları, cilt hastalıkları, böbrek, karaciğer, eklem hastalıkları, dolaşım sorunları, kadın hastalıkları ve sindirim sistem hastalıkları gibi pek çok rahatsızlığın tedavisinde başarılı sonuçlar alınabilmektedir.
Tedavide kullanılan ozon gazı, saf oksijenin medikal ozon jeneratörlerinden dönüştürülmesiyle üretilir. Yani kısaca ozon, oksijenden üretilen 3 atomlu oksijen olup, oksijenin yoğun halidir. Üretilen ozon, tedavide daima oksijen ile karışım halinde kullanılır.
Ozon tedavisi yöntemlerinin hepsi hastaya ozonu güvenilir ve zararsız bir şekilde vermeye yöneliktir. Tedaviyi uygulayan doktor, bilgileri ve deneyimleri ile hastası için uygun ve gerekli olan yöntemi seçmektedir. Ozon tedavisi hiçbir ilacın sahip olmadığı kadar geniş bir uygulama alanına sahiptir. Bu nedenle ozon tedavisi oldukça pratik ve yararlı bir doğal tedavi yöntemi olarak başarı ile uygulanmaktadır.
Ozon oksijenin normal atmosferik birleşimine göre bazı farklılıklar gösterir. Oda sıcaklığında renksiz olan ozon gazının karakteristik bir kokusu vardır. Fırtınalı havalardan sonra, yüksek yerlerde veya deniz kıyısında doğal olarak oluşur ve hissedilebilir. Ozon gazının ismi bu karakteristik kokusundan dolayı Yunanca “koklamak” manasına gelen ozein’den türetilmiştir.
Alman kimyacı Christian Friedrich Schönbein (1799-1868) tarafından 1840 yılında keşfedilen ozon, deniz seviyelerine yakın yerlerde 10 milyon hava partikülü başına bir partikül O3 (= 0.1 ppm = 200 µg/m³) konsantrasyonlarında duman şeklinde bulunur. Yükseklik arttıkça azalır. Mesela 2000 metre yükseklikte 0.03 – 0.04 ppm seviyelerine düşer. Çok güçlü okside etme özelliği vardır. Etkin bir dezenfektasyon maddesidir. Etkin dezenfektasyon özelliği sayesinde tüm dünyada içme sularındaki mikropları öldürmek amacıyla arıtma tesislerinde güvenle kullanılmaktadır.
Ozon Tedavisinin, dünya da 16 ülkede medikal legalitesi (geçerliliği) vardır. Birçok ülkede yaygın olarak tedavi amaçlı kullanılmaktadır. Ülkemizde, Sağlık Bakanlığımız tarafından kabul edilmiş 15 çeşit Geleneksel Tıp Uygulamalarından biridir.
Ozon Tedavisinin antiviral ( virüs öldürücü ) etkisi bilimsel olarak kanıtlanmış olduğundan, koronavirüs salgını nedeniyle en çok rağbet edilen Geleneksel Tıp yöntemi haline gelmiştir. Pandemi döneminde virüsün oluşturduğu nefes darlığı, halsizlik, öksürük, tat ve koku kaybı gibi sık rastlanan yan etkilerde, ozon tedavisi başarıyla kullanılmaktadır.
Koronavirüs ya da varyantların oluşturduğu yan etkiler, bazı kişilerde özellikle bağışıklık sistemi zayıf ya da bozuk olanlarda, uzun sürebilmektedir. Bu konuda, kliniğimize gelen birçok hastada, başta ozon tedavisi olmak üzere, Glutatyon, Alfa Lipoik Asit ve Yüksek doz C Vitamini serum ( IV uygulama ) yöntemleri, hekim onayı ve kontrolünde kişinin durumuna göre belirlenerek uygulanmakta ve kısa sürede olumlu sonuçlar alınabilmektedir.
İnsan için hayati önem taşıyan oksijenin yoğun hali olan ozonun kana verilmesiyle, kanda ve dokularda oksijenasyon artar, dolaşım sistemi rahatlar ve vücut direnç kazanır. Bağışıklık sistemine olumlu etkileri bulunan ozon tedavisi, birçok kronik hastalıkta yaygın olarak kullanılmaktadır.
Hastaya ve hastalığa göre çok çeşitli yöntemlerle uygulanabilen Ozon Tedavisinin bağışıklık sistemi üzerindeki olumlu etkileri sayesinde, kronik hastalıklarda kullanım alanı oldukça geniştir.
Ozon Tedavisinin antiviral ( virüs öldürücü ) etkisi bilimsel olarak kanıtlanmış olduğundan, koronavirüs salgını nedeniyle en çok rağbet edilen Geleneksel Tıp yöntemi haline gelmiştir. Pandemi döneminde virüsün oluşturduğu nefes darlığı, halsizlik, öksürük, tat ve koku kaybı gibi sık rastlanan yan etkilerde, ozon tedavisi başarıyla kullanılmaktadır.
Koronavirüs ya da varyantların oluşturduğu yan etkiler, bazı kişilerde özellikle bağışıklık sistemi zayıf ya da bozuk olanlarda, uzun sürebilmektedir. Bu konuda, kliniğimize gelen birçok hastada, başta ozon tedavisi olmak üzere, glutatyon, alfa lipoik asit ve yüksek doz C vitamini serum ( IV uygulama ) yöntemleri, hekim onayı ve kontrolünde kişinin durumuna göre belirlenerek uygulanmakta ve kısa sürede olumlu sonuçlar alınabilmektedir.
İnsan için hayati önem taşıyan oksijenin yoğun hali olan ozonun kana verilmesiyle, kanda ve dokularda oksijenasyon artar, dolaşım sistemi rahatlar ve vücut direnç kazanır. Bağışıklık sistemine olumlu etkileri bulunan ozon tedavisi, birçok kronik hastalıkta yaygın olarak kullanılmaktadır.
Hacamat Tedavisi kısaca deri altında birikmiş, vücutta hastalıklara neden olan toksik kanın vakumlanarak dışarı alınması işlemidir. Hacamat, Rasulullah ( S.A.V. ) Efendimiz’in şiddetle tavsiye buyurduğu ve bizzat kendilerinin de uyguladığı sünnet olan çok önemli bir tedavi metodudur.
Deri altında birikmiş olan kan, kan özelliğini yitirmiş koyu renkli pelte kıvamındadır ve bağışıklık sistemimizi olumsuz yönde etkileyerek birçok hastalığa kapı aralamaktadır.
"Hacamat" kelimesi Arapça ‘emmek, normal formuna getirmek’ anlamlarını taşır. Hacamat, uygun zaman dilimlerinde belli aralıklarla usulüne uygun olarak yapılırsa, vücudun atamadığı ağır metaller, toksinler, serbest radikaller, kullanılan ilaçların ve hormonlu gıdaların vücutta bıraktığı kalıntılar vakumlanarak dışarı atılmasıyla, bedenimizin normal formuna gelmesi sağlanmış olur.
Tedavinin başarılı olabilmesi için kan alınacak noktaların ve bölgelerin doğru seçilmesi önemlidir. Hacamat tedavisinde, standart noktalar dışında ( bağışıklık sistemi- karaciğer-kahil- kuyruk sokumu gibi .. ) kişinin yaşı, şikayetleri ve genel durumu hekim tarafından değerlendirilerek, uygulama yapılacak tüm bölgeler belirlenir.
Hacamat, ağrısız, acısız, yatak istirahati ve iş gücü kaybı olmadan tatbik olunan bir tedavi metodu olup, hastalıklardan korunmanın ve sağlıklı yaşamanın en etkili ve kolay yoludur.
Kılcal damarların sonunda, deri altında biriken toksik maddelerin, hacamat ile dışarı alınmasıyla, çok önemli bir detoksifikasyon yapılarak ileride çıkabilecek muhtemel hastalıkların önlenmesi sağlanır. Dolayısıyla Hacamat, koruyucu hekimliğin en önemli tedavi metotlarındandır.
Bu açıdan bakıldığında, her sağlıklı kişinin de iyilik halinin devamlılığını sağlamak, hastalıklardan korunmak için yılda en az 2 sefer ( ilkbahar- sonbahar ) mevsim geçişlerinde hacamat yaptırması şiddetle tavsiye edilmektedir. Düzenli hacamat yaptıranlar, kışın soğuk algınlığı-grip olma riskinin azaldığı ve vücut dirençlerinin çok daha iyi olduğunu söylemektedir.
Hacamat İslam ülkelerinde çok yaygın olmakla birlikte Avrupa ülkeleri dahil tüm dünyada uygulanan bir tedavi metodudur. Geleneksel olarak boynuzla yapılan hacamat, günümüzde cam kupalar veya vakum setleri yardımıyla yapılmaktadır. Çizme işlemi ise genelde jilet yardımı ile yapılırken kliniğimizde hijyenik olması açısından bistüri ile yapılmaktadır. Kullanılan tüm malzemenin, tek kullanımlık olmasına da çok dikkat edilmelidir.
Hacamat Tedavisi, Sağlık Bakanlığımız tarafından 2014 yılında yayınlanan Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği (GETAT) ile tedavi kapsamına alınmıştır.
Hacamat, kan vermenin tıbbi faydalarından çok daha fazla olumlu etkiye sahiptir. Damardan alınan kanla ( venöz kan ), hacamat işleminde, deri altından alınan kan arasında çok ciddi farklar bulunmaktadır. Hacamat işleminde alınan kan örnekleri, damardan alınan kan örnekleriyle karşılaştırıldığında, biyokimyasal parametrelerin (üre,ürik asit,total kolesterol ve trigliserit) ve ağır metallerin (cıva,kurşun,alüminyum,arsenik) hacamat kan örneklerinde çok daha anlamlı şekilde yüksek olduğu yapılan çalışmalarla ortaya konulmuştur. Bu çalışma, Efendimiz’in ( S.A.V ) ‘’ kan aldırmanın en güzel yolu hacamattır ‘’ hadisini daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır.
Kılcal damarların sonunda, deri altında biriken toksik maddelerin, hacamat ile dışarı alınmasıyla, çok önemli bir detoksifikasyon yapılarak ileride çıkabilecek muhtemel hastalıkların önlenmesi sağlanır. Dolayısıyla Hacamat, koruyucu hekimliğin en önemli tedavi metotlarındandır.
Bu açıdan bakıldığında, her sağlıklı kişinin de iyilik halinin devamlılığını sağlamak, hastalıklardan korunmak için yılda en az 2 sefer ( ilkbahar- sonbahar ) mevsim geçişlerinde hacamat yaptırması şiddetle tavsiye edilmektedir. Düzenli hacamat yaptıranlar, kışın soğuk algınlığı-grip olma riskinin azaldığı ve vücut dirençlerinin çok daha iyi olduğunu söylemektedir.
Hacamat tedavisinde, vücudun belirli noktalarına ( standart noktalar ile hastalığa göre belirlenen noktalar ) bistüri ile derin olmayan küçük kesiler atılır, steril tek kullanımlık kupalarla vakumlama yapılarak, deri altında birikmiş toksik yüklü kan ve lenf sıvısı çekilerek dışarı alınır. Vakumlama işlemi lenf sıvısı gelene kadar uygulanır.
Uygulamada, hijyen koşullarına dikkat edilmesi, şikayete göre doğru noktaların seçilmesi, vakumlamanın ve kesilerin uygun yapılması, abdestli olunması, dua okunması ve şifa olmasına niyet edilmesi önemlidir.
Vücutta uygulanması gereken belirli noktalar dışında, birden fazla bölgeye hacamat yapılabilir. (Sırt, bel, kafa arkası, diz, bacak, vb ..) Kliniğimizde, standart hacamat bölgeleri dışında, kişinin şikayetlerine göre, hekimlerimiz tarafından akupunktur noktalarına uygulama yapılmaktadır. Hacamat yapılacak kişiler, hacamat öncesinde mutlaka doktorumuzla detaylı bir görüşme yaptırılmakta ve muayene ücreti alınmamaktadır. Kupa sayısı, yine hekim tarafından kişinin durumuna göre belirlenmekte olup, detoks ya da sünnet amaçlı genel uygulamalarda ortalama 7 – 9 – 11 veya 13 kupa uygulaması yapılabilmektedir. Kesiklerin derin olmaması ( epidermis altına geçilmemesi ) iz kalmaması ve skar dokusu oluşturulmaması açısından önemlidir.
Herhangi bir rahatsızlık durumu olmadan, sağlığın korunması ( detoks amaçlı ) ya da sünnet maksadıyla yaptıranların, yılda 2 kez ( mevsim geçişleri olan ilkbahar ve sonbaharda ) hicri güne riayet ederek ( Hicri 17-19-21. günlerinde ) hacamat olması tavsiye edilmektedir.
Hicri ayın 15. günü ve takip eden günlerde ( dolunay zamanı ) ay çekimi sebebiyle, vücutta kan dolaşımı daha yoğun olmaktadır. Dolayısıyla, bu günlerde alınan kandaki toksikite daha fazla olduğundan, arınma yani detoks etkisi de yüksek olmaktadır.
İslam alimleri, Efendimiz ( S.A.V ) ‘in, hicri 17-19 ve 21. günlerinde hacamat yaptırdığı konusunda görüş bildirmişlerdir.
Hastalık durumunda ve ağrı şikayetlerinde ise, hicri gün beklenmeden en kısa sürede hacamat yapılması tıbbi açıdan daha uygun olup, aynı zamanda sünnettir.
SÜLÜK;
Hastalıklarda tedavi edici özelliği bulunan; Hirudo Verbana, Hirudo Medicinalis, Hirudo Orientalis, ve Hirudo Suluki türlerine ‘’ Tıbbi Sülük ‘’ denilir. Ülkemiz de en çok görülen cinsi Hirudo Verbana ‘dır.
Sülük tedavisi, doğal ortamlarında yetiştirilmiş tıbbi sülüklerin insan vücudunda hastalığa göre veya şifa amaçlı belirli noktalara ( akupunktur noktaları ) tutturularak yapılan bir tedavi şeklidir. Sülük tedavisi, sülüklerin tutundukları bölgeden kan emerek yeni kan akışının sağlanması, refleks uyarım ve en önemlisi de kan emerken vücuda verdikleri enzimlerin sistemik etkisiyle hastalığın tedavisinin amaçlandığı bir geleneksel tıp tekniğidir.
Sülüğün tedavisi sırasında salgıladığı enziminde, şu ana kadar izole edilen 106 çeşit etken madde bulunmaktadır. Sülük tedavisini, diğer tedavi metotlarından ayıran en önemli özelliği ve etkisi olan bu enzimlerin;
Sülük tedavisi, biyolojik etkileri açısından “benzeri olmayan” bir tedavi yöntemi olarak nitelendirilmektedir.
Sülüklerin, kan emerken vücuda verdikleri 100’den fazla tedavi edici biyoaktif etken maddeler ( enzim ) sayesinde, kan dolaşımı hızlanır, artmış damar basıncı düzelir, dokuların oksijenasyonu ve enerji dengesi düzelir, toksin ve ağır metaller vücuttan uzaklaştırılarak bağışıklık sistemi desteklenmiş olur. Aynı zamanda ağrılar da giderilerek psikolojik rahatlama sağlanır.
Sülük Nasıl Yapılır: Öncelikle uygulama yapılacak kişinin hekim tarafından muayenesi yapılarak, hastalık durumu, kullandığı ilaçlar, kan değerleri gibi hususlar değerlendirilerek tedaviye uygunluğu belirlenir. Uygulama yapılacak kişinin şikayetine göre doktor tarafından belirlenen bölgelere steril penset yardımıyla sülükler koyulur.
Uygulama yapılacak bölge seçiminde genelde hastalığa göre akupunktur noktalarının tercih edilmesi ve hastalığa neden olan asıl sorunun tespit edilerek, bu bölgelere de uygulama yapılması tedavinin etkinliği açısından önemlidir.
Sülükler, tutturuldukları bölgeden ortalama 45 dk kadar süre kan emer ve kendiliğinden bırakarak düşer. İşi biten sülükler, pet şişeye koyularak tıbbi atık ünitesine atılmaktadır.
Uygulama esnasında, steril eldiven kullanılması ve kan teması olması durumunda eldiven değişimine dikkat edilmesi önemlidir. Sülüğün ısırdığı yere bir parça pamuk koyularak birkaç dakika kan akması beklenmeli, sonrasında sıkıca tampon yapılarak kan akışı durdurulmalıdır.
Uygulama, hekim ya da hekim kontrolünde uzman sağlık personeli tarafından yapılmasına dikkat edilmelidir.
Kapatılan tamponların 8 saatten önce açılmaması, açmadan önce tampon üzerinden buz uygulaması yaptıktan sonra açılması kanama riskini azaltır. Tamponlar açıldıktan sonra kanama devam eden bir bölge var ise sadece kanama olan yer tekrar tamponla kapatılmalıdır.
Sülük tedavisi ve tüm doğal tedavi metotları, insan vücuduna müdahil bir tedavi yöntemi olduğundan, doktor ya da tıbbi eğitimi olan sağlık personelleri tarafından yine doktor kontrolünde yapılmasına dikkat edilmelidir. Maalesef günümüzde yetkisiz kişiler tarafından bilinçsizce yapılan uygulamalarda yaşanan komplikasyonlara sıklıkla rastlamaktayız. Bu konu da tedavi yaptıracak olan kişilerin müracaat edeceği yerde, mutlaka bu tedavilerde tecrübe sahibi ehil hekim bulunmasına ve sağlık bakanlığı tarafından yetkilendirilmiş olmasına dikkat etmeleri gerekir.
Sülük tedavisinde seans sayısı, hastanın yaşı, kilosu, hastalığın süresi ve derecesi, diyabet, hipotiroidi, metabolik sendrom, obezite, sigara ve alkol kullanımı, diğer kronik hastalıkların varlığı ve kullanılan ilaçlar gibi birçok faktöre bağlıdır. Genelde ortalama 10 seans uygulama önerilir. Bazı hastalar 3-5 seansta anlamlı düzelmeler gösterirken bazı hastalarda sonuç almak için 10 seanstan daha uzun uygulamalar da gerekebilir.
Sülük tedavisinde seans sıklığı yine hastanın ve hastalığının durumuna göre belirlenir. Genelde haftada 2 seans uygulama önerilir. Bazı hastalarda bu sıklık haftada 3-4 seans olabilmekle beraber bazı hastalarda haftada bir ya da 10 günde bir seans uygulaması daha uygun olmaktadır. Seans süresi ise sülüklerin tutunma süresine göre değişmekle beraber 30-60 dakika arası olmaktadır. Hastanın kan değerleri açısından ortalama süre olan 45 dk yeterli bir süredir. Genelde bu süre içinde sülüklerin emme durumu tamamlanarak bırakır ancak emmeye devam ediyorsa ve hastanın kan değerleri düşük değil ise beklenmesi önerilir.
Sülük tedavisi kliniğimizde; varis, hemoroid, derin ven trombozu ve periferik arter tıkanıklıkları gibi damarsal sorunlarda, diz ağrıları, menisküs, bel-boyun fıtıkları gibi iskelet sistemi hastalıklarında, kireçlenme, romatizma ve ankilozan spondilit, egzama – sedef hastalığı başta olmak üzere birçok cilt hastalığında, göz hastalıklarında gözün damar-sinir-makula ve retina şikayetlerinde, migren – fibromiyalji gibi stres kökenli ağrı şikayetleri ile bağışıklık sistemine bağlı kronik hastalıkların tedavisinde başarıyla kullanılmaktadır.
– Göz Hastalıkları (Behçet – Üveitler, Glokom, Makulopatiler, Sarı nokta, Diyabetik retinopatiler,Hipertansif retinopatiler, Retinitis pigmentosa , Optik sinire ait problemler ve Optik atrofiler gibi gözün damar,sinir,makula ve retina hastalıkları )
– Varis ve venöz damar sorunları
– Romatoid artrit ve diğer romatizmal hastalıklar
– Artroz ve eklem kireçlenmeleri
– Migren ve gerilim baş ağrıları
– Baş dönmesi, kulak çınlamaları ve meniere sendromu
– Kas ağrıları, fibromiyalji ve huzursuz bacak sendromu
– Boyun fıtığı, bel fıtığı, tendinit- tenosinovit- bursit ve ağrıları
– Dejeneratif sinir sistemi hastalıkları ve felçler ( ms, polinoropati, parkinson gibi…)
– Egzama,ürtiker,sedef ve akneler
– Kronik hepatit ve karaciğer hastalıkları
– Anksiyete, panik atak
– Bağışıklık sistemi hastalıkları ve kronik yorgunluk sendromu
Sülük Tedavisi, sülüğün salgıladığı enzim sayesinde bir çok hastalıkta etkin şekilde kullanılması dışında, sağlığın korunması açısından her sağlıklı kişide de uygulanabilmektedir. Sülüklerin, tedavi esnasında, salgıladıkları enziminde bulunan etken maddeler sayesinde, pek çok faydası bulunmaktadır.
Sülüğün Faydaları
Şifacılar, antik çağlardan beri sülüklerin çeşitli hastalıklarda tedavi edici özelliğini keşfetmişler ve onlara özel bir ilgi göstermişlerdir. Sülük tedavisi ile ilgili ilk kaynaklar MÖ. 15. yüz yılda yaşamış Babil’li hekimlere kadar gitmektedir. Mısır, Pers, Çin, Hint, Avrupa ve Anadolu’nun en eski yazıtlarında hirudoterapiye rastlanmış, Galen (M.S. 130-201) ve İbn-i Sina’nın (M.S. 980-1037) tedavi protokollerinde yer almıştır. Tıbbi sülükler, Selçuklular ve Osmanlılar’da da hastalıkların tedavisinde yoğun bir şekilde kullanılmıştır. “Sülük bir şifa kaynağıdır” mealinde bir hadis-i şerifin olması, Müslüman toplumlarında sülük kullanımının popüler olmasını sağlamıştır. Amerikalı araştırmacı Roy Sawyer sülüklerin potansiyel tedavi edici etkilerini ortaya koyup dünyanın ilk modern sülük üretim çiftliğini (Biopharm – İngiltere) kurmuştur. Paris hastanelerinde 1830 yılında 5 milyon sülük kullanılmıştır.
Günümüzde ise, sülük tedavisi en gelişmiş ülkeler dahil (ABD, Kanada, Almanya, Fransa, Hollanda, Rusya vb.) dünyanın birçok ülkesinde hastalıkların tedavisinde başarıyla kullanılmaktadır. Amerika’da sülük tedavisi uygulayan hekimlerin kurduğu derneğin 1000′den fazla üyesi vardır. 2004′de Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi (FDA) sülük tedavisini akredite etmiş ve (Avrupa’daki gibi) sülüklerin eczanelerde satılmasına izin vermiştir. Hirudo Medicinalis, Alman Tıbbi İlaçlar Kanunu’nun 2. maddesinin 1. bendi gereği ilaç olarak kabul edilmiş, daha sonra ilave edilen 4. madde ile de hazır tıbbi ilaç olarak tanımlanmıştır. Almanya’da 300′ü aşkın Hirudoterapi Kliniği vardır. Sadece Avrupa yılda 100 milyon sülük kullanmaktadır. Ülkemizde de Sağlık bakanlığınca kabul edilmiş 15 adet Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamalarından biridir.
Akupunktur tedavisi, tarihte Uygur Türkleri ve Çinliler tarafından 3000 yıldan fazladır uygulandığı bilinmektedir. Hastalıkların tedavisinde dünyada yaygın olarak kullanılan akupunktur, ülkemizde ise Geleneksel Tedaviler yönetmeliği ile tedavi kapsamına alınarak en fazla tercih edilen yöntemlerin başında gelmektedir.
Kliniğimizde akupunktur tedavisini, ağrı şikayetleri, fıtıklar, kilo sorunları ve kronik hastalıklarda aktif şekilde başarıyla uygulamaktayız.
Kuru iğne tekniği olarak da bilinen akupunktur tedavisi Latince’de ‘iğne’ anlamına gelen ‘acus’ sözcüğü ile ‘batırmak’ anlamına gelen ‘punctio’ kelimelerinin birleşiminden türemiştir. İşlemin adından da anlaşıldığı üzere, özel olarak üretilen iğneler cildin belirli bir seviyesine kadar batırılmaktadır.
Uygulamadaki ana amaç beyne giden sinirleri uyararak beyindeki farklı bölgelerin harekete geçirilmesi ve buna yönelik vücudun kendi savunma sistemini devreye sokup, kişinin problemini tedavi etmeye çalışmasıdır. Akupunkturun felsefesine bakıldığı zaman da ‘vücudun kendi kendini iyileştirmesi’ hedefi ile uygulandığı bilinmektedir.
Tedavi esnasında seçilen akupunktur noktaları kişilerin yaşadıkları problemlere göre belirlenmektedir. Örneğin, akupunktur uzmanının migren ağrısı çeken birine seçtiği nokta ile kilo verme tedavisi alan kişide seçtiği nokta aynı değildir. Noktaların birbirinden farklı olmasının sebebi beyindeki farklı noktaların uyarılmak istenmesidir.
Akupunktur tedavisi kişinin sağlık problemleri ve onu rahatsız eden her türlü durum dinlendikten sonra akupunktur uzmanının seçtiği noktalara iğne batırılması şeklinde uygulanmaktadır.
İşlem sırasında kullanılan iğneler gümüş, altın, çelik gibi özel ve kişinin sağlığını tehdit etmeyecek metallerden yapılmaktadır. Her bir iğne tek kullanımlık olup uygulama sonrasında tıbbi atığa atılır.
Akupunktur tedavisinin uygulama basamakları:
Ülkemizde yaygın olarak uygulanan akupunktur tedavilerinden biri de lazer akupunkturdur. Bu uygulama daha çok küçük çocuklarda ve iğneye karşı fobisi olanlarda tercih edilmektedir. Elektro akupunktur da uygulama süreci tamamen aynı olup akupunktur bölgeleri, iğne yerine lazer ile uyarılmaktadır.
Akupunktur faydaları arasında öncelikle kronik hastalıklar, ağrı şikayetleri, kilo sorunları ve sinir sistemi hastalıkları sayılabilir. Akupunktur tedavisi, kişiyi ruhen ve bedenen rahatlatan bir teknik olması nedeniyle psikolojik sorunlarda en çok tercih edilen yöntemlerin başında gelmektedir.
Akupunktur neye iyi gelir, hangi hastalıkların tedavisinde kullanılır,
Bu yöntemin en önemli avantajı, tedavinin vücuda hiçbir madde veya ilaç vermeden yapılıyor olmasıdır. Dolayısıyla yan etki olasılığı yok denecek kadar azdır. Bilinçli ve gerekli eğitimleri almış, konusunda uzman bir hekim tarafından yapıldığında oldukça güvenli bir yöntemdir. Kliniğimizde akupunktur tedavisi, bu konuda Sağlık Bakanlığı tarafından verilen eğitimleri almış, alanında uzman doktorlarımız tarafından uygulanmaktadır.
Proloterapi, kas-iskelet sistemi hastalıklarında ve ağrı şikayetlerinde, bazı doğal solüsyonların sorunlu bölgeye enjekte edilerek dokuların yenilenmesi, vücudun onarılması sağlanan bir tedavi yöntemidir.
Proloterapi zayıflamış, aşınmış, yıpranmış, hasarlanmış, gevşemiş ve gücünü kaybetmiş tendon, ligament ve eklemlere hücre ve doku yenilenmesine destek olan, çeşitli solüsyonların enjeksiyonu ile bu dokularda proliferasyon (yenilenme, çoğalma) oluşturarak yenilenmesini ve eski gücüne kavuşmasını sağlayan bir tedavi yöntemidir.
Bu uygulamada solüsyon olarak, doğal şekerden elde edilen ve yan etkisi olmayan dekstroz kullanılır. Enjekte edilen dekstroz sayesinde eklemde, tendonların kaslarla birleşme yerlerinde, tendonların ve ligamentlerin kemiklere yapışma yerlerinde enflamasyon oluşturarak, bu dokuların yenilenmesi ve güçlenmesi sağlanır. Bu enflamatuar süreç vücudun iyileştirici mekanizmalarını harekete geçirerek, tendon, ligament ve kıkırdaklarda yenilenme meydana getirir. Bunu takiben eklem ve kas ağrıları tedavi edilir.
Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan, 27 Ekim 2014 tarihli Resmi Gazete ile yürürlüğe giren Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği (GETAT) kapsamında, 15 çeşit tedavi yöntemi içinde Proloterapi tedavisi de bulunmaktadır.
Proloterapinin kökeni 2000 yıl öncesi, Hipokrat dönemine dayanır. Hipokrat yaralı bir askeri tedavi etmek için omzuna enjeksiyon yerine, kızgın demir batırma yöntemini kullanmıştır. Yakın çağda 2.Dünya Savaşı’ndan önce Amerika’da Earl Gedney’in yeni ligament ve doku gelişimini uyaran bir teknik bulmasıyla ortaya çıkmıştır. Amerikalı doktor George Hackett ise, Dr. Gedney’in metodunu geliştirerek tekniği proloterapi ismiyle türetmiştir.
1930’lu yıllarda ABD’de uygulanmaya başlansa da Prolotherapy kelimesi ilk olarak proloterapinin babası olarak bilinen Dr. George Hackett tarafından 1950’li yıllarda kullanılmıştır. Yaklaşık 60 yıldır başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde yaygın olarak kullanılan proloterapi, ülkemizde de 10 yılı aşkın süredir başarıyla uygulanan bir tedavi yöntemidir.
Fıtıklar ve diz sorunları başta olmak üzere, sporcu sakatlanmaları ve ağrı şikayetlerinde, kişiden gerekli tetkikler ( Mr – röntgen vs ) istenerek uzman hekim tarafından muayene yapılır. Hastanın muayene bulgusu yapılan tetkiklerden daha önemlidir. Hekim tarafından yapılan muayene neticesinde hastanın proloterapi tedavisine uygun olup olmadığı tespit edilir, uygun ise uygulama yapılacak tetik bölgeler işaretlenerek tedaviye başlanır. Hastanın durumuna göre proloterapi dışında, nöralterapi, prp, eklem içi ozon enjeksiyonu, osteopati gibi kliniğimizde uygulanan ve iyileşmeye katkı sağlayan farklı yöntemlerde hekim tarafından tavsiye edilebilmektedir.
Proloterapi de solüsyon olarak, doğal şekerden elde edilen ve yan etkisi olmayan dekstroz kullanılır. Sorunlu olan eklemlerde, tendonların kaslarla birleşme yerleri, tendonların ve ligamentlerin kemiklere yapışan bölgelerine enjeksiyon yapılarak vücutta enflamasyon başlatılır. Bu enflamatuar süreç vücudun iyileştirici mekanizmalarını harekete geçirerek, dokuların yenilenmesi ve güçlenmesi sağlanır. Tendon, ligament ve kıkırdaklarda iyileşme meydana gelir, ağrılar giderilir.
Seans sayısı birçok faktöre bağlıdır. Özellikle hastanın ve hastalığın durumuna göre kaç seans yapılacağı hekim tarafından belirlenir. Hastanın yaşı, kilosu, hastalığın süresi, hasarın büyüklüğü ve derecesi, diyabet, hipotiroid, metabolik sendrom, obezite, sigara ve alkol kullanımı gibi ilave problemlerin olması iyileşme süresi ve seans sayısını etkiler. Çoğu hastada ortalama 3 – 5 seans yeterlidir. Bazı hastalar 1-2 seansta anlamlı düzelmeler gösterirken bazı hastalarda sonuç almak için 6 – 8 seanslık uygulamalar da gerekebilir.
Proloterapi enjeksiyonları genelde 3 haftada bir yapılmaktadır. Bu süre tedavinin seyrine, hastanın durumuna göre 2 haftaya kadar kısalabilir ya da 4-6 haftaya kadar uzayabilir. Seans süresi, enjeksiyon yapılacak bölgeye göre değişiklik gösterse de ortalama 30 dk da tamamlanır.
Enjeksiyon sırasında iğne batması hissinin azaltılabilmesi için lokal anestezik sprey kullanılır. Tedavi sonrasında birkaç gün ağrı artışı olması tedavinin etkinliği açısından istenilen geçici bir durumdur. Ağrı eşiği düşük olan kişilerde, tedavi sonrası birkaç gün doktorumuzun tavsiye edeceği ağrı kesici ilaç kullanılabilmektedir.
Proloterapiden sonra uygulama yapılan gün ( 1 gün ) istirahat edilmesi daha uygundur. Tedavi sonrası 3 gün boyunca enjeksiyon yapılan bölgeye 4 – 6 saatte bir 10 dk sıcak su torbası ile uygulama yapmak tedaviden görülecek faydayı artıracaktır. Sıcak su uygulaması için eczaneden alınacak termofor, havluya sarılarak kullanılır.
Ayrıca tedavinin etkinliğini arttırmak için doktorumuz tarafından kişiye özel egzersizler ve gıda takviyesi de verilebilmektedir. Özellikle egzersizlerin, tedavi süresince düzenli yapılması çok önemlidir.
Proloterapide kesinlikle KORTİZON (STEROİD) kullanılmaz. Günümüzde HİPERTONİK DEKSTROZ ya da MANNİTOL solüsyonları (doğal şekerden elde edilen değişik yoğunluktaki sıvılar) kullanılmaktadır. Bu solüsyonlar kullanılırken hem ağrı şiddetini azaltmak hem de proliferatif etkinliği artırmak için lidokain gibi bir miktar lokal anestetik sıvı, bazı uygulamalarda hastanın ağrı durumuna göre eklenebilmektedir. Lidokain, hastanın durumuna göre ilk seansta eklenmesi gerekse de diğer seanslarda genelde sadece dekstroz ile devam edilir. Dekstroz dozu, hastaya ve hastalığın durumuna göre doktor tarafından belirlenmektedir.
Tedaviye uyum sağlayarak devam eden, doktorumuzun tavsiyeleri ve verilen egzersizleri düzenli yapan kişilerde proloterapi başarı oranının %70-80 aralığında olduğunu söyleyebiliriz. Bu başarı oranı bel-boyun fıtığı, diz kireçlenmesi gibi kronik, tedavisi zor ve ağır hastalıklar olduğu göz önüne alındığında oldukça iyi bir orandır.
İyileşmeyi etkileyen birçok faktör olduğu için hiçbir tedavinin ve cerrahi müdahalenin kesin bir garantisi yoktur. Örneğin; kalça, diz protezi ya da bel fıtığı ameliyatlarından sonra da kesin iyileşme garantisi olmadığı gibi bu tip cerrahi müdahaleler hastanın durumunu daha da kötüleştirebilir hatta hayati risk taşıyabilir. Ameliyat derecesine gelmemiş hastaların proloterapi yöntemi ile iyileşme, hayat kalitesini arttırma imkanı değerlendirmeye alınmalıdır.
Proloterapi sadece ağrıyı kesmek değil, ağrıya sebep olan problemi tedavi ederek ağrıların doğal, kalıcı ve etkili bir şekilde geçmesini ya da azalmasını sağlayan bir tedavi yöntemidir.
Proloterapi hacamat, sülük, ozon, PRP, osteopati gibi bazı tedavi yöntemleriyle birlikte hastanın durumuna göre planlanabilir. Kan dolaşımını artıran her yöntem proloterapinin etkinliğini artırır. Kliniğimizde hastanın ilgili tetkiklerine ve şikayetlerine göre hacamat, sülük, ozon, PRP, osteopati gibi tedavilerden de yararlanmaktayız.
Proloterapi uygulama sonrasında birkaç gün süresince ağrı artışı olabilmektedir. Bu durum tedavi etkinliğinin göstergesi kabul edilir ve geçi bir durumdur. Bunun dışında bilinen her hangi bir yan etkisi yoktur.